23.7.11

Dedication

Burialdan farklı olarak, kendine değişik bir saklanma yöntemi belirlemiş olan Zomby(önce gelecem çalacam diyip son anda iptal etme veya iptal bile etmeyip haber vermeden hiç gitmeme) promoterlar arasında kötü bir şöhrete sahip. Ama bu kötü şöhret, adamın dubstep, post-dubstep, bass music, vs her ne olarak adlandırmak isterseniz o tarzın en iyilerinden biri olmasını engelleyemiyor. 2008’de çıkardığı ilk LPsi bildik, genel müzik tarzı çerçevesinde değildi. Adından da anlaşılabileceği gibi (Where Were U In ’92) saf bir hardcore güzellemesiydi. Bu albüme bakıp, adam 'hardcore'a gönül vermiş sade o tarz şarkılar yapıyor, plaklar çıkarıyor sanılmasın. Tek derdi, şu an tutkunu olduğumuz bass müzik türevlerinin bir kökünün yattığı 90ların başındaki hardcore’a ve ravelere selam çakmaktan başka bir şey değildi.
Zomby, bu albümün peşisıra değişik labellardan çıkan plaklarıyla, soundunun farklılığı, arpeggiolarla dolu, wonky hissiyatlı yapılarıyla iyice artık kendini kabul ettirmiş, hatta bi blogda wonky üzerine bir makale yazılırken Hyperdub’dan çıkan EPsinde yer alan Kaliko isimli parçasına derinlemesine inceleme bile yapılmıştı. Zomby ve bizim için bu dönemin zirvesi, Ramp Recordingsten çıkan 'One Foot Ahead Of The Other' isimli EPydi. Bu EPden sonra, uzun süre bir daha sesini duyamadık, ta ki yeni albümünden örnekler nete düşüp, 'Natalia’s Song’u dinleyene kadar.
İlk izlenimim, tamam hala hardcore hissiyatı mevcut, soundunu geliştirmiş, Burial tarzı urban dream kafasına çok yaklaşmış ama dahası olmalı. Evet, çok iyi şarkı ama tüm albüm böyle olsaydı hayal kırıklığı yaşayacaktım. Neyseki Zomby cevabı yapıştırmakta gecikmedi. Önce Noah Lennox aka Panda Bear ortaklığıyla kotardığı 'Things Fall Apart' ve albümün kalanı, sevdiğim Zomby soundunun daha da gelişmiş daha da oturmuş bir şekilde hala yerli yerinde olduğunu gösterdi.
Jan Marcin Szancer, eğer Fransız yeni dalgası yönetmenlerden birisi olsaydı ve bir film çekseydi sonucun nasıl olacağı hakkında bir fikrim yok, ama soundtrackini elimde tutuyorum.
Zomby, albümü kaybettiği bir sevdiğine adadımış. Albümünün havası hakkında sizi bilgilendiren 'Witch Hunt’la başlayan seriye, önce 'Black Orchid’in arpeggioları ile ara verilince, grime sınırlarında gezen karanlık 'Riding With Death' giriyor devreye. 'Vortex', sert tınılayan synthine rağmen havayı yumuşatıyor ve ortalığı Panda Bear'ın sesi eşliğinde akan 'Things Fall Apart'a bırakıyor. Samba ritmiyle, yavaş yavaş dizilen taştan yolun tek mutlu sapağı olan Salamander, tadı damağınızda kalan, hiç bitmesini istememenize rağmen hemen görünüp kayboluyor. 'Digital Rain', sevdiğim arpeggio dolu Zomby soundunun ikinci şarkısı. Şarkılar kısa kısa olmalarına rağmen sizi yerinize mıhlayıp playerda şarkıyı değiştirmenize izin vermiyor. Zomby'nin müziğindeki dokunun sadeliği, temizliği, karanlığı, uyumu, uyumsuzluğu, minimal beat üzerinde akan piano eşliğinde derdini anlatmaya çalıştığı 'Haunted' ardından herşeyin susturup sadece pianonun konuşmasına izin verdiği 'Basquiat' ile zirveye çıkıyor. 'Mozaik' ile noktayı arpeggioları ile koyup, 'hadi şimdi başa dönüp tekrar dinleyebilirsiniz' diyerek bitiriyor albümünü bay Zomby.

22.7.11

Can’t Sleep

2 sene evvel Loefah’ın yeni plak şirketi Swamp81’dan haberdar olduğumda ilk releaselerinin Kryptic Minds’dan olacağını da duymuştum. Loefah, yeni plak şirketinden  bahseden röportajında, dubstepin içine düştüğü çamur yığınından ve bilindik isimler dışındakilerin sadece jump-uplarla haşır neşir olduklarından yakınıp, müziği iyicene sevimsiz, tekdüze hale getirdiklerinden bahsediyordu. Aynı röportajda, Kryptic Minds'ı bu çölde bir vaha gibi anlatıyordu. Pek değer vermemiştim bu övgülere, tamam dnb prodüksiyonları iyiydi, peki ya dubstep? Adamlar tüm kuşkularımı 2 releasele silip attı, Swamp81'dan çıkan 'One of Us' ve Skream’in Disfigured Dubz’ından çıkan Code 46. Arada çıkardıkları diğer 12”leri ve LPyi atlayıp yeni LPleri 'Can’t Sleep'e geçelim.
DnBden, technodan, trip-hoptan ve ambienttan aklınızda gelen güzel ne varsa, daha karanlık ve daha evil bir halde bu adamların yaptığı işlerde var. Beatler gecenin kör karanlığında şehrin arka sokaklarında gezinen bir araba gibi akıyor. Snareler, clapler her seferinde size nerede olduğunuzu hatırlatmak için oradalar. Dalgaya vakit yok, ciddi bir iş bu. Sub-bass, içinizde korkuyu sürdürmekle kalmıyor üstüne iyicene körüklüyor. 'Fade To Nothing’e geldiğinizde ferahlık tüm bedeninizi kaplıyor gibi gelebilir ama bu tamamen bir yanılsama, hala o sokaktasınız, hala aynı yoldasınız. 'Alone' ve 'No More No Less' kickle başat yürüyen subbassıyla zaman zaman Mala dublarını hatırlatıyor. Esas cezanız ise albümün sonunda 'The Fifth' ile kesiliyor; karşı durulamaz halfstep üstüne yedirilmiş sub-bas ve midrange oyunları. Son olarak şunu söyleyeyim, benim için son birkaç ayın en iyi albümlerinden.

21.7.11

Dubstepe Nooldu? Nooldu? #7 part 2

 --Finlandiyalı Desto’nun Rwinadan çıkardığı bu 3 şarkılık EP, techy beat üstüne akan sub-bass arayışıma ilaç gibi geldi. Desto, sakince sürüp giden şarkıyı tamamlamak için havada süzülen synthler tercih etmiş ki, yarattığı atmosfer doğru tercih olduğunu söylüyor dinleyene zaten. İkinci şarkı Neptune ise Zomby’nin ilk dönem işlerindeki sub-bass üzerinde dolanan arpeggiolarını hatırlatan bi steppa. Son şarkı Overkrookd ise ne yalan söyleyeyim Joker’ı anımsatıyor, zaten basın bülteninde de aynısını demişler.


--Virus Syndicate’in yarısı MRK1 şu dubstep sahnesinde kesinlikle en sevdiğim prodüktörlerden. Tutarlı soundunu seneler geçtikçe geliştirirken saçmalamayan birkaç prodüktörden biri. Genelde beati dublarken sert efekt tercihlerinde bulunan MRK1, bu plakta da aynı yolda devam etmiş. Snareler yankılanırken, hi-hat bildik formunda akarken, orta seviye synth oyunlarında kendine sınır koymak pek tercih ettiği bir form değil, zaten bizde bu hali daha çok seviyoruz. Arka yüzdeki 'Let Me Hear You'da aynı formatta devam ediyor. Fazla söze gerek yok floor-basher olarak tabir ettiğimiz, alınabilitesi yüksek plaklardan.


--Bu adamın işlerini sevme sebebimin ufak bi örneği işte bu plak. Önce, daha evvel Digital Soundboydan çıkan jungle güzellemesi 'Burnin Up'a tekrar uğramış. Bu sefer amenlerin üzerine piano yerleştirmiş, Loleatta Holloway sampleına Mike Skinner sampleı eklemiş ve bize jungleın ilk güzel zamanlarını bir daha hatırlatmış. Sonra, dubplateleri dışında resmi releaselerinde uzun süredir duymadığımız 3 adet kafa yaran sertliğinde halfstep dub koymuş. Yukarıda hırbo styla diye adlandırdığım şarkılara karşı ders niteliğinde bu plak. 'Tamam şimdilerde bi sürü değişik iş yapıyorum ama aha işin esası budur' demiş gene Oliver Jones aka Skream.


--Geçen sene Stretched’den çıkardığı Searching plağıyla uzun süre DJ setlerinden eksik olmayan Om Unit aka Jim Coles, Rinse FM’de Kromestar’ın yeni işlerini dinlerken, 'ben bu adamla bişeyler yapayım' demiş ve başlamış ortaklık. 'Ben bunu yaptım sen naaptın, onun reverbünü azalt, hacı şuna adam gibi ver delayi seke seke bitmedi kafa beyin kalmadı amk, babuş bu synthi bi dinne bayılacan, e senin bu sub hiç duyulmuyo, çamur bass yapmışın gene ya püü' süreçlerinden geçip şu an elimizde tutmakta olduğumuz bu plak ile nihayetlendirmişler birlikteliklerini. İki prodüktör şarkılara imzalarını bastıra bastıra atmışlar. Kromestar’ın mid range synth bass işleri ve sub bassı hemen farkediliyor, Om Unit'de boş durmamış kendi tarzı 'aldım başı giderim bu dumanlı uzay benimdir' tarzı distopik acid kafası synthleriyle bezemiş. Beat, ikisinin elinden ortak çıkma muhtemelen, çünkü Kromestar’ın dub kafasıyla Om Unit’in beat mimari tercihleri farkediliyor ama oldukça içiçe geçmiş durumda kim neyi yapmış bilemeyeceğim. Sonuçta elimizde iyi bir plak var; karanlık uzay ve acid kafaları, sade efektlerle bezeli dublar. Om Unit’in yeni labelı Cosmic Bridge içinde iyi bir başlangıç bu, devamı gelir umarım.

20.7.11

Resurrection


Biliyorum, çok uzun zaman oldu buraya yazmayalı. İş, güç, kovalamaca derken ihmal ettim. Buraya yazmazken naaptığıma gelirsek, plak almaya devam ettim, tumblr'la oyalandım, sonunda artık nefes almak için vakit bulduğumda biriktirdiklerimi kusmaya başladım. İlk olarak raporla başlayalım, peşine 2 posta daha gelecek ve eğer üşenmezsem bi de selection kaydı.
Hala takibeden var mı emin değilim ama zero3eleven geri döndü.
Who say we done??

Dubstepe Nooldu? Nooldu? #7 part 1

--TRC’nin geçen kasımda çıkan ‘Oo Aa Ee’ riddimi için ilk hamleyi Royal T,I <3 Garage’ remixi ile grime garage evliliğiyle yapar, ama burada durmazlar. OG tayfasının en iyileri, P Money ve Blacks, Butterz’ın çıkardığı bu ilk vokalli grime plağındaki remixi, beat üzerinde akıp giden hızlı vokalleriyle süsleyerek, uzun süre setlerden eksik olmayacak bir marşa (Boo You) çevirmeyi uygun görmüşler. Son olarak plağın arka yüzünde Terror Danjah’ın kankası D.O.K.’in remixi yer alıyor.

-- Dub Police’in bu 50. Releasei olmuş, vay amk demekten kendimi alıkoyamıyorum. 2006da bu labeldan ilk plaklar gelmeye başladığında, dubstep sahnesi şimdiki gibi orta seviye synthle oynamaktan başka bir şey yapmayan, işe yaramaz sürüsüyle dolu değildi. Çıkan şeyler döneme göre ufuk açıydı, Rusko,The Others, Caspa. Tabi sonra ipin ucu kaçtı. Hiç uğraşılmamış, sikko efektlerle bezeli, dubdan nemalanamamış, technodan ve UK Garagedan habersiz beatler üstüne hırbo styla chainsaw döndürmelerinden oluşan şarkılar çıkmaya başladı (burası benim scenei derinlemesine takibi bıraktığım döneme denk geliyor).
Neyse daha fazla gevelemeden biz plağa geçelim. Caspa kendisinden beklemediğim şekilde, farklı mecralara kulaç açmış. Plağın A yüzünde yer alan ‘Fulham 2 Waterloo’ için house dubstep birlikteliğinin gözel örneklerinden biri diyelim. Tam yaz şarkısı, air hornlarla ucundan kulağından acid housea ve ravelere de selam çakmış, ayrıca güney ve orta Amerika diyarlarının grooveunu şarkıdan eksik etmemiş.

Sadece digital releasede yer alan remixlerden Emalkay remixi daha bi dubstepyan formata sokmuş şarkıyı, Argon’dan çıkan dancehall etkileşimli dubstepleri hatırlattı. Diğer remix ise UK Funky’nin kralı Roskadan. O ise, şarkının grooveunu funky bass ve synthlerle arttırmış, fena olmamış.
Plağın diğer yüzünde yer alan Bang Bang ise bildik kafaya kafaya indirmelik synthiyle alışıldık Caspa şarkılarından.

--Dancehall/Reggae’nin efsanevi labellarından Greensleeves 2011 başlarında Greensleeves Dubstep sub-label’ı üzerinden dubstepin kalburüstü prodüktörlerinin şirket arşivlerindeki şarkılara yaptıkları remixleri yayınlamaya başlamışlardı. İlk olarak Horsepower’ın Yellowman’in Zungguzungguguzungguzeng şarkısına yaptığı remixle başlayan bu dalga daha sonra Coki’nin, Busy Signal&Movado şarkısı Badman Place’e yaptığı yorumla devam etmişti. Şimdi ise Goth-Trad’ın Pampidoo’nun Synthesizer Voice’una yaptığı remixle karşı karşıyayız.
Goth-Trad karanlık ve sert prodüksiyon anlayışını remixe aynen yedirmiş. Ben hardcore bi dancehall beklerken karşımda tamamen Goth-Trad’a özgü sounda sahip bir şarkı buldum. Pampidoo’nun kirli vokali şarkıya bir enstrüman gibi oturmuş, orjinalinden bağımsızlaşmış şarkı, ama bir türlü o beklediğim tekdüzelikten kopuş gelmeyince hayal kırıklığına uğramıştım ki plağın arka yüzünü çevirdim ve anında tüm suratıma bir gülümseme yayıldı . İlk defa ‘Kannibalism’de karşılaştığım daha sonra ‘Sandsnake Remix’iyle burdayım diyen sound arka yüzdeymiş. Kaba reverbler ve delayler, sert bi snare, iyi bi dub versiyonu. Greensleeves’in dubstep serisi ilerisi için kesinlikle iyi şeyler vaad ediyor.

--Greensleeves Dubstep’in ilk plağından beridir esas beklediğim buydu işte. Zaten merakta etmiyor değilim, sen kalk dubstep/dancehall kırması remixler çıkar ve bu işin esas adamını dördüncü sıraya koy, neyse geç olsun güç olmasın.
Ding Dong’un gangsta dancehall’u ‘Badman Forward Badman Pull Up’ yanına Flowdan’ı da alan The Bug’ın ellerinde dişleri titreten beati ve yüreğinizi olduğu yerden söküp yere atıp üstünde dans etmeye ant içmiş bassıyla senelerdir dağda yaşayan bir gerilla kadar tehlikeli.
Who nuh like it, don't pull up so we sing seh...

--Kiki Hitomi, Dokkebi Q projesindeki ortağı Gorgonnla beraber Londra sokaklarına adım attığında Kevin Martinle beraber yoğun bir üretim sürecine gireceğini ve proje üstüne proje sarmalında sürüklenip gideceğini tahmin etmiyordu herhalde. Önce Roger Robinson ile oluşturdukları King Midas Sound ile ortalığı kasıp kavurdular, arada The Bug ile beraber Hyperdub’ın 5. Yılı için hazırlanan compilationda Black Chow ismiyle görünmüşlerdi ama bu projenin devamı gelecek mi bir bilgi yoktu. Meraklanmaya başlamıştım ki önce Jahtarian Dubbers Vol.2 da göründüler sonra buradaki şarkı Wonderland’i alıp versiyonunu ve 3 şarkı daha ekleyip gene Jahtariden bir EP çıkardılar.
Kevin Martin’i digi-dub sınırlarında dolanırken dinlemek cidden müthiş. King Midas Sound’da tadı damakta bırakan dublardan sonra, burada kendini tamamen serbest bırakıp, bizi algıları açıcı müziğiyle ve sub-bassıyla baş başa bırakmış. Hitomi’nin sesi Kevin Martin’in müziğini tamamlayan öğe olarak görevini başarıyla yerine getirirken, Junior Murvin, Sugar Minott gibi reggae’nin önemli seslerini hatırlatan stiliyle Pupajim şarkıyı bambaşka bir boyuta taşımış. Jahtari’den çıkması üzerinden anlayabileceğiniz gibi label’ın imzasi niteliğindeki 8-bit seslerle bezeli bu EP sayesinde yinelemekte fayda var, Kevin Martin’in bu işteki tartışmasız en iyi prodüktörlerden biri. Uzun süredir bu kadar başarıyla kotarılmış bir digi-dub prodüksiyonu dinlememiştim.
Plaktaki diğer riddim ise 8-bit olanaklarını sonuna kadar zorlayan, ama dikkatli birinin kullanılan efektlerle Kevin Martin karakteristik seslerini rahatlıkla duyabileceği, Danger.