Burialdan farklı olarak, kendine değişik bir saklanma yöntemi belirlemiş olan Zomby(önce gelecem çalacam diyip son anda iptal etme veya iptal bile etmeyip haber vermeden hiç gitmeme) promoterlar arasında kötü bir şöhrete sahip. Ama bu kötü şöhret, adamın dubstep, post-dubstep, bass music, vs her ne olarak adlandırmak isterseniz o tarzın en iyilerinden biri olmasını engelleyemiyor. 2008’de çıkardığı ilk LPsi bildik, genel müzik tarzı çerçevesinde değildi. Adından da anlaşılabileceği gibi (Where Were U In ’92) saf bir hardcore güzellemesiydi. Bu albüme bakıp, adam 'hardcore'a gönül vermiş sade o tarz şarkılar yapıyor, plaklar çıkarıyor sanılmasın. Tek derdi, şu an tutkunu olduğumuz bass müzik türevlerinin bir kökünün yattığı 90ların başındaki hardcore’a ve ravelere selam çakmaktan başka bir şey değildi.
Zomby, bu albümün peşisıra değişik labellardan çıkan plaklarıyla, soundunun farklılığı, arpeggiolarla dolu, wonky hissiyatlı yapılarıyla iyice artık kendini kabul ettirmiş, hatta bi blogda wonky üzerine bir makale yazılırken Hyperdub’dan çıkan EPsinde yer alan Kaliko isimli parçasına derinlemesine inceleme bile yapılmıştı. Zomby ve bizim için bu dönemin zirvesi, Ramp Recordingsten çıkan 'One Foot Ahead Of The Other' isimli EPydi. Bu EPden sonra, uzun süre bir daha sesini duyamadık, ta ki yeni albümünden örnekler nete düşüp, 'Natalia’s Song’u dinleyene kadar.
İlk izlenimim, tamam hala hardcore hissiyatı mevcut, soundunu geliştirmiş, Burial tarzı urban dream kafasına çok yaklaşmış ama dahası olmalı. Evet, çok iyi şarkı ama tüm albüm böyle olsaydı hayal kırıklığı yaşayacaktım. Neyseki Zomby cevabı yapıştırmakta gecikmedi. Önce Noah Lennox aka Panda Bear ortaklığıyla kotardığı 'Things Fall Apart' ve albümün kalanı, sevdiğim Zomby soundunun daha da gelişmiş daha da oturmuş bir şekilde hala yerli yerinde olduğunu gösterdi.
İlk izlenimim, tamam hala hardcore hissiyatı mevcut, soundunu geliştirmiş, Burial tarzı urban dream kafasına çok yaklaşmış ama dahası olmalı. Evet, çok iyi şarkı ama tüm albüm böyle olsaydı hayal kırıklığı yaşayacaktım. Neyseki Zomby cevabı yapıştırmakta gecikmedi. Önce Noah Lennox aka Panda Bear ortaklığıyla kotardığı 'Things Fall Apart' ve albümün kalanı, sevdiğim Zomby soundunun daha da gelişmiş daha da oturmuş bir şekilde hala yerli yerinde olduğunu gösterdi.
Jan Marcin Szancer, eğer Fransız yeni dalgası yönetmenlerden birisi olsaydı ve bir film çekseydi sonucun nasıl olacağı hakkında bir fikrim yok, ama soundtrackini elimde tutuyorum.
Zomby, albümü kaybettiği bir sevdiğine adadımış. Albümünün havası hakkında sizi bilgilendiren 'Witch Hunt’la başlayan seriye, önce 'Black Orchid’in arpeggioları ile ara verilince, grime sınırlarında gezen karanlık 'Riding With Death' giriyor devreye. 'Vortex', sert tınılayan synthine rağmen havayı yumuşatıyor ve ortalığı Panda Bear'ın sesi eşliğinde akan 'Things Fall Apart'a bırakıyor. Samba ritmiyle, yavaş yavaş dizilen taştan yolun tek mutlu sapağı olan Salamander, tadı damağınızda kalan, hiç bitmesini istememenize rağmen hemen görünüp kayboluyor. 'Digital Rain', sevdiğim arpeggio dolu Zomby soundunun ikinci şarkısı. Şarkılar kısa kısa olmalarına rağmen sizi yerinize mıhlayıp playerda şarkıyı değiştirmenize izin vermiyor. Zomby'nin müziğindeki dokunun sadeliği, temizliği, karanlığı, uyumu, uyumsuzluğu, minimal beat üzerinde akan piano eşliğinde derdini anlatmaya çalıştığı 'Haunted' ardından herşeyin susturup sadece pianonun konuşmasına izin verdiği 'Basquiat' ile zirveye çıkıyor. 'Mozaik' ile noktayı arpeggioları ile koyup, 'hadi şimdi başa dönüp tekrar dinleyebilirsiniz' diyerek bitiriyor albümünü bay Zomby.
No comments:
Post a Comment